14 Şubat 2014 Cuma

ELİF ŞAFAK / BABA VE PİÇ


Elif Şafak'ın en bilinen eserlerinden biri olan Baba ve Piç'in okuyucuya ne vadettiğini ve ne verebildiğini irdelemeden önce, romanın okuyucuya ne vermesi gerektiği ya da diğer bir şekilde söylersek, okuyucunun romandan ne beklediği sorusuna değinelim.

Öğretici, sürükleyici, gerçekçi ya da gerçek ötesi ise de etkileyici olması halinde okuyucuyu cezbedebilecek bir roman, doğal olarak bunların hepsini birden veremeyebilir. Önemli olan, ne amaçla yazıldığı ve neyi vermeye çalıştığıdır. Bir roman, en genel hatlarıyla söylersek, tarihsel ya da toplumsal gerçekliği verebilir ki, öyküsü kurgusal olabileceği gibi, gerçeğe tamamen de sadık kalabilir. Fakat gerçek olduğu inancını, gerek mekân ve kişi betimlemeleriyle ve gerekse öykünün içeriği ve olayların gelişimiyle okuyucuda muhakkak uyandırabilmelidir. Bunun en iyi örnekleri de klasik edebiyatta fazlaca mevcuttur. Gerçek ötesi romanlarda ise, yazarın olaylar ve karakterler konusunda daha esnek olduğu söylenebilir. Yalnız, burada araya girmekte fayda var: "Gerçek ötesi" kavramından kasıt, olaylarda gerçekliğin basitleştirilmesi değil, hayal gücünün zorlanmasıdır ki, bu da fantastik romanın temellerini oluşturan bir anlayıştır.
 

Gerçekçi roman Baba ve Piç

Elif Şafak'ın Baba ve Piç'i klasik anlatımla kaleme alınmış gerçekçi bir romandır. Peki, satırlarda hangi gerçeklik yatmaktadır. Kitabın isminden yola çıkarsak, toplumsal gerçeklikten kesitler sunduğu sonucuna varılabilir. Öte yandan, üzerinden neredeyse yüz yıl geçmiş olan Ermeni sorununa o ya da bu sebeple değinildiği dikkate alınırsa, tarihsel gerçeklikten bir şeyler bulunacağı inancına kapılmak da doğaldır.

Basit bölümler

Öykünün inandırıcılığını zedeleyen, dolayısıyla eseri yavanlaştıran sahnelere Baba ve Piç romanında bolca rastlandığı söylenirse, yanlış olmaz. Bunları örneklendirmek gerekirse;

1-Kürtaj olmaya giden Zeliha'nın muayenehanedeki sekreterle diyaloğunda, sekreterin ciddiyetsiz ve haddini aşan cinsten üslubu.

"Nasıl bağırdığınızın farkında mısınız kuzum? Feciydi! Felaketti!"

"Sokaktan geçenler sizi boğazladığımızı filan sanmışlardır herhalde..."

"Siz öyle avaz avaz bağırırken... ...Terbiyesiz terbiyesiz laflar..."

2-Zeliha'nın Allah inancını yitirmesinin sebebi... Bu sebep, evlerine gelen temizlikçinin kızıyla kan kardeşi olduktan sonra, yine aynı kızın bir de ablasıyla kan kardeş olduğunu öğrenmesi ve bir gün de bir daha görüşmemek üzere çekip gitmesiyle sarsılıyor. Gerçekten etkileyici ve inandırıcı bir sebep!

3-Armanuş ve babası telefonda konuşurken, babanın ikide bir anılara dalması(hiçbir çağrışımı olmadan hafızaya üşüşen anılar) ve bu anıların sayfalarca uzayıp, telefondaki sessizliğin de yine inandırıcı bir tepkiye meydan bırakmadan uzaması... Böylesi sahnelere genellikle dizi-filmlerde rastlıyoruz.

4-Armanuş'un, diğer bir adıyla Amy'nin ta Amerika'dan sudan bir sebeple İstanbul'a gelmesi. Bu madde üzerinde ayrıntılı durman gerekebilir; çünkü romanın kurgusu bu olay etrafında şekillenmekte ve gerçeklikten uzak tüm ara bölümler de burada gerçekleşmektedir. Baba tarafı Ermeni olan Armanuş, sırf kendi kökünü daha iyi benimseyebilmek hevesiyle İstanbul'a bir ziyarete karar verir ve bu ziyaret de Türk olan üvey babasının yirmi yıldır görüşmediği ailesinin evine gerçekleştirilecektir. Ne var ki, bu ziyaretten ailesinin haberi olmayacaktır. Üvey babasının ailesine bir mektup gönderip geleceğini yazar ve yolculuk başlar. Adres nasıl alınmıştır, belli değil. İstanbul'daki ailenin şaşkınlığı söz konusu değil. Ziyaretin mantıklı ve sağlam bir sebebi de zaten mevcut değil. Dahası, Armanuş'un İstanbul'daki o evde herhangi bir yabancılığı da göze batmıyor. Yazar, bunun mantıklı bir yönü bulunduğundan kendi de şüpheye düşmüş olmalı ki, Armanuş'a geçmişten basit bir olayı hatırlatıp, bir an korkuya kapılmasını, sonra da hemen unutmasını sağlıyor ve olayı çözüveriyor!

Bunun gibi olaylar uzatılabilir.

Gereksiz bölümler

Modern edebiyatta ayrıntılı mekân betimlemelerine, uzatılmış ve gereksiz bölümlere pek rastlayamıyoruz. Baba ve Piç modern edebiyata uygun olduğu iddiasında değilse de, modern dönemin edebiyatı olarak incelenirse, bu konuda epey cömert davranmış. Öyküye hiçbir şey katmadığı gibi, okuyucu sıkan ikişer üçer sayfalık öykücüklerden-anıcıklardan geçilmiyor roman. Hemen örneklendirelim;

1-Evde geçmişten bugüne yaşayan kedilerin soyağacı ve öyküleri...

2-Ailenin uzak-yakın bağlantılı tüm erkeklerinin ölümünün ayrıntılı öyküleri...

3-Armanuş'un randevu yeri ve randevuda ne yiyip içtikleri, yemeklerin hangi ressamın hangi tablosuna benzediği. (Bu randevunun bir önemi olmadığı gibi, randevudaki erkeğe de bir daha rastlamıyoruz.)

4-Asya'nın takıldığı kafenin ve kafedeki arkadaşlarının her türlü ayrıntısı...

Bunlar öykünün bütünüyle ilgili hemen hiçbir bağlantı oluşturmuyor. Örneğin, kafenin dış dünyanın yoğunluğundan kendini dışlamış durağan havasından bahsediliyor ama bunun için duvardaki her resmin her bir ayrıntısından bahsedilmesinin gereği nedir?

Karakterler

İlk bölümde tanıştığımız Zeliha güçlü ve farklı bir karakter olabilecekken, öykünün devamında ortalıkta pek görünmez. Onun yerini Asya-Armanuş ikilisi alır ki, en iyi işlenmiş kişiler de yine bunlardır. Fakat bu işleyiş, kişiliklerine yeterince ayrıntılı yansımaz. Birisi dünyada anlam bulamayan, mutsuz bir "nihilist"; diğeri güzel ve eğitimli bir genç kız. Fakat onun da yeterince iyi işlenemediği, İstanbul'a gelişinin anlamsızlığı ve orada hiçbir şey yapmadığı halde bir hafta kadar kalışıyla karşılık bulmuştur.

Diğer karakterlerse, hemen hemen hiç görünmez. Ortalıkta birkaç teyze var ama falcılıkla uğraşan Banu Teyze hariç diğerleri birer hayalettir.

Tema

Kitabın ana teması nedir? Asya'nın babasını arayışı mı? Öyle bir çabaya ve meraka hiçbir sayfada rastlamayız. Ermeni sorunu mu? Buna 15-20 sayfa kadar yer verilmiştir; üstelik bir cinin ağzından. (248-267) Burası fantastik ve sıra dışıdır. Ne yazık ki, burada tarihsel bilgiden ziyade kısa ve basit bir kurgu vardır: Bir Ermeni'nin evinden alınıp görülüşü... Pek çok Ermeni'nin sağa sola sürülüşü... Eğer kitabın teması Ermeni sorunuysa, romanın yirmi sayfayı geçmeyen kısa bir öykü olması gerekmez miydi?

Tarih

Daha önemlisi, Türk hükûmetinin tüm arşivlerin açılması önerisine karşılık Ermeni tarafının bunu reddettiği bir ortamda hâlâ bir soykırımdan bahsetmenin, bunu irdelemenin ve gerçekliğe dayandırılmamış, belgelerle ilgisi olmayan bir kurgu yapmanın sebebi nedir?

Kısa kısa...

1-İkide bir araya İngilizce-Türkçe şarkı sıkıştırmak,

2-Ermenice cümleleri araya serpiştirip, sayfanın aşağısında Türkçe karşılıklarına yer vermek nedendir? Bunların öyküye renk kattığı mı düşünülmektedir?

3-İstanbul betimlemesi yapıldığı düşünülüp de bir seyyar satıcının ya da bir grup taraftarın(s. 385-389) sayfalarca uzayan anlatımları romana ne vermektedir.

4-Bir betimlemeden sonra bir de açıklamasını yapmaya kalkmak, anlatımı yavaşlatmamakta mıdır? "...mesela arka camda yuvarlanan boş bira kutularını. Anlaşılan taksidekiler daha bu saatte kafayı bulmuştu." (s. 388)

Dil

Gayet akıcı, basit bir dille kaleme alınmış olan öyküye Türkçe karşılıkları yerine gereksiz bir yağın kelimenin serpiştirilmesi nedendir? (Tecessüm, galiz, satıh, mutena, sarih, munis, müziç, meyyal...) Dile fazlaca yerleşmiş kelimelerin Türkçe kökenli olmasa da kullanılması ya da cümlenin akıcılığını bozmaması için tercih edilmesi doğaldır. Fakat gereksiz yere fazlaca kullanılması nedendir? Elif Şakaf kelime bilgisini ispat peşinde olamayacağına göre, okuyucuya kelime öğretmek mi istemektedir? Peki, yazarın böyle bir görevi var mıdır? Öyküye renk ve canlılık katması açısından farklı üslupların ve kelimelerin araya serpiştirilmesi gerekli olabilir, fakat bunun için yazarın uygun bir karakter seçip, bu görevi ona yüklemesi daha uygun olmaz mı?

Ayrıca, sayfa 28'de geçen "... pek bir mahsur görmemişti zamanla." cümlesinde geçen "mahsur" kelimesi yerine, sakınca anlamına gelen "mahzur" kullanılmalı değil midir!

Basitlikte doz artışı ve tesadüfler

Bir öyküyü basitleştirmenin en kolay yolu, olmayacak rastlantılara yer verilmesidir. Peki, Baba ve Piç'te nedir bu rastlantı? Öyküdeki Ermeni ailesi ile Türk ailesinin bir şekilde akraba çıkarılması! Zaten başka türlüsü de düşünülemez. Bunu bir tarafa geçelim ve bir diğer soruna eğilelim: "Baba" kimdir? Öyküde her ne kadar bu sorunun cevabı aranmıyorsa da, biz yine de buluyoruz! Meğer Zeliha'nın çocuğu, kendi öz kardeşindenmiş. Yani Asya'nın babası, öz dayısı, Armanuş'un üvey babası, Amerika'da yaşayan Mustafa imiş! Peki neden, nasıl, ne sebeple? Böylesi durumlar toplumda yok değil ve elbette romanlarda da işlenmekte. Yalnız, bu ensest ilişkinin öncesi ve psikolojisi çok iyi irdelenmeli, okuyucu buna hazırlanmalı. Oysa söz konusu romanda böylesi hassas bir durum, Mustafa'nın tek erkek evlat olarak hem ilgi görmesi hem baskı altında olması, dışarıdaki kayıp kimliği, kimlik çatışması ve biraz da Zeliha'nın kışkırtmaları, alaylarına bağlanmıştır. Mantıksız değil, ama çok yetersiz. 400 sayfalık romanda Mustafa diye birini hemen hiç tanımıyoruz bile. Yazar, bu işi kitabın sonuna birkaç sayfa iliştirerek halletmeye çalışmış.

Bir de Mustafa'nın âdeta ölümden kaçarcasına Türkiye'ye 20 yıl gelmeyip de sırf gittiği gibi gelebilecek olan Armanuş'u almak üzere İstanbul'a yolculuğa razı olmasının sebebi nedir? Değil bir ziyaret, aramaya bile tenezzül etmediği ailesine bu şekilde dönmesi inandırıcı mıdır? Bunu Armanuş'un annesinin kuruntuya kapılıp da olayı "rehin" olarak algılamasına bağlamak yeterli ve mantıklı mıdır? İstanbul'da ablası tarafından aşureyle zehirlenip öldürülmesi, üstelik zehirleneceğini bile bile aşureyi yemesi inandırıcı mıdır? Ölüme bilerek giden Mustafa'nın ve ölüme gönderen Banu Teyze'nin ruh durumları yeterince irdelenmiş midir?

Son not

Örneklerine klasik edebiyatta rastladığımız "özetleme yöntemi", Cicianne ve Şuşan karakterinin anlatımında da göze çarpıyor. Aynı şekilde diğer pek çok karakterde de, özellikle teyzelerin işlenişinde özetlemelerden yararlanıldığını ve bunun da karakterleri aydınlatmak şöyle dursun, üstelik okuyucuyu sıktığını söyleyebiliriz. "Sahneleştirme yöntemi" ile ya da "Gösterme yöntemi" ile ya da benzeri bir teknikle modern edebiyata daha çok yaklaşılabilir ve söz konusu karakterler daha canlı tutulamaz, böylece okuyucuya daha sıcak gelmesi sağlanamaz mıydı?

Son söz olarak söylenebilir ki, romanın en güzel yüzü, ön kapağın iç kısmındaki Elif Şafak fotoğrafı değilse nedir!
 
Daha fazla kitap için: http://www.fiskosta.com/konular/edebiyat