Elif Şafak'ın en bilinen eserlerinden
biri olan Baba ve Piç'in okuyucuya ne vadettiğini ve ne verebildiğini
irdelemeden önce, romanın okuyucuya ne vermesi gerektiği ya da diğer bir
şekilde söylersek, okuyucunun romandan ne beklediği sorusuna değinelim.
Öğretici, sürükleyici, gerçekçi ya da
gerçek ötesi ise de etkileyici olması halinde okuyucuyu cezbedebilecek bir
roman, doğal olarak bunların hepsini birden veremeyebilir. Önemli olan, ne
amaçla yazıldığı ve neyi vermeye çalıştığıdır. Bir roman, en genel hatlarıyla
söylersek, tarihsel ya da toplumsal gerçekliği verebilir ki, öyküsü kurgusal
olabileceği gibi, gerçeğe tamamen de sadık kalabilir. Fakat gerçek olduğu
inancını, gerek mekân ve kişi betimlemeleriyle ve gerekse öykünün içeriği ve
olayların gelişimiyle okuyucuda muhakkak uyandırabilmelidir. Bunun en iyi
örnekleri de klasik edebiyatta fazlaca mevcuttur. Gerçek ötesi romanlarda ise, yazarın
olaylar ve karakterler konusunda daha esnek olduğu söylenebilir. Yalnız, burada
araya girmekte fayda var: "Gerçek ötesi" kavramından kasıt, olaylarda
gerçekliğin basitleştirilmesi değil, hayal gücünün zorlanmasıdır ki, bu da
fantastik romanın temellerini oluşturan bir anlayıştır.
Gerçekçi roman Baba ve Piç
Elif Şafak'ın Baba ve Piç'i klasik
anlatımla kaleme alınmış gerçekçi bir romandır. Peki, satırlarda hangi
gerçeklik yatmaktadır. Kitabın isminden yola çıkarsak, toplumsal gerçeklikten
kesitler sunduğu sonucuna varılabilir. Öte yandan, üzerinden neredeyse yüz yıl
geçmiş olan Ermeni sorununa o ya da bu sebeple değinildiği dikkate alınırsa,
tarihsel gerçeklikten bir şeyler bulunacağı inancına kapılmak da doğaldır.
Basit bölümler
Öykünün inandırıcılığını zedeleyen,
dolayısıyla eseri yavanlaştıran sahnelere Baba ve Piç romanında bolca
rastlandığı söylenirse, yanlış olmaz. Bunları örneklendirmek gerekirse;
1-Kürtaj olmaya giden Zeliha'nın
muayenehanedeki sekreterle diyaloğunda, sekreterin ciddiyetsiz ve haddini aşan
cinsten üslubu.
"Nasıl bağırdığınızın farkında
mısınız kuzum? Feciydi! Felaketti!"
"Sokaktan geçenler sizi
boğazladığımızı filan sanmışlardır herhalde..."
"Siz öyle avaz avaz bağırırken...
...Terbiyesiz terbiyesiz laflar..."
2-Zeliha'nın Allah inancını
yitirmesinin sebebi... Bu sebep, evlerine gelen temizlikçinin kızıyla kan
kardeşi olduktan sonra, yine aynı kızın bir de ablasıyla kan kardeş olduğunu
öğrenmesi ve bir gün de bir daha görüşmemek üzere çekip gitmesiyle sarsılıyor.
Gerçekten etkileyici ve inandırıcı bir sebep!
3-Armanuş ve babası telefonda
konuşurken, babanın ikide bir anılara dalması(hiçbir çağrışımı olmadan hafızaya
üşüşen anılar) ve bu anıların sayfalarca uzayıp, telefondaki sessizliğin de
yine inandırıcı bir tepkiye meydan bırakmadan uzaması... Böylesi sahnelere
genellikle dizi-filmlerde rastlıyoruz.
4-Armanuş'un, diğer bir adıyla Amy'nin
ta Amerika'dan sudan bir sebeple İstanbul'a gelmesi. Bu madde üzerinde
ayrıntılı durman gerekebilir; çünkü romanın kurgusu bu olay etrafında şekillenmekte
ve gerçeklikten uzak tüm ara bölümler de burada gerçekleşmektedir. Baba tarafı
Ermeni olan Armanuş, sırf kendi kökünü daha iyi benimseyebilmek hevesiyle
İstanbul'a bir ziyarete karar verir ve bu ziyaret de Türk olan üvey babasının
yirmi yıldır görüşmediği ailesinin evine gerçekleştirilecektir. Ne var ki, bu
ziyaretten ailesinin haberi olmayacaktır. Üvey babasının ailesine bir mektup
gönderip geleceğini yazar ve yolculuk başlar. Adres nasıl alınmıştır, belli
değil. İstanbul'daki ailenin şaşkınlığı söz konusu değil. Ziyaretin mantıklı ve
sağlam bir sebebi de zaten mevcut değil. Dahası, Armanuş'un İstanbul'daki o
evde herhangi bir yabancılığı da göze batmıyor. Yazar, bunun mantıklı bir yönü
bulunduğundan kendi de şüpheye düşmüş olmalı ki, Armanuş'a geçmişten basit bir
olayı hatırlatıp, bir an korkuya kapılmasını, sonra da hemen unutmasını
sağlıyor ve olayı çözüveriyor!
Bunun gibi olaylar uzatılabilir.
Gereksiz bölümler
Modern edebiyatta ayrıntılı mekân
betimlemelerine, uzatılmış ve gereksiz bölümlere pek rastlayamıyoruz. Baba ve
Piç modern edebiyata uygun olduğu iddiasında değilse de, modern dönemin
edebiyatı olarak incelenirse, bu konuda epey cömert davranmış. Öyküye hiçbir
şey katmadığı gibi, okuyucu sıkan ikişer üçer sayfalık öykücüklerden-anıcıklardan
geçilmiyor roman. Hemen örneklendirelim;
1-Evde geçmişten bugüne yaşayan
kedilerin soyağacı ve öyküleri...
2-Ailenin uzak-yakın bağlantılı tüm
erkeklerinin ölümünün ayrıntılı öyküleri...
3-Armanuş'un randevu yeri ve randevuda
ne yiyip içtikleri, yemeklerin hangi ressamın hangi tablosuna benzediği. (Bu
randevunun bir önemi olmadığı gibi, randevudaki erkeğe de bir daha
rastlamıyoruz.)
4-Asya'nın takıldığı kafenin ve
kafedeki arkadaşlarının her türlü ayrıntısı...
Bunlar öykünün bütünüyle ilgili hemen
hiçbir bağlantı oluşturmuyor. Örneğin, kafenin dış dünyanın yoğunluğundan
kendini dışlamış durağan havasından bahsediliyor ama bunun için duvardaki her
resmin her bir ayrıntısından bahsedilmesinin gereği nedir?
Karakterler
İlk bölümde tanıştığımız Zeliha güçlü ve
farklı bir karakter olabilecekken, öykünün devamında ortalıkta pek görünmez.
Onun yerini Asya-Armanuş ikilisi alır ki, en iyi işlenmiş kişiler de yine
bunlardır. Fakat bu işleyiş, kişiliklerine yeterince ayrıntılı yansımaz. Birisi
dünyada anlam bulamayan, mutsuz bir "nihilist"; diğeri güzel ve
eğitimli bir genç kız. Fakat onun da yeterince iyi işlenemediği, İstanbul'a
gelişinin anlamsızlığı ve orada hiçbir şey yapmadığı halde bir hafta kadar
kalışıyla karşılık bulmuştur.
Diğer karakterlerse, hemen hemen hiç
görünmez. Ortalıkta birkaç teyze var ama falcılıkla uğraşan Banu Teyze hariç
diğerleri birer hayalettir.
Tema
Kitabın ana teması nedir? Asya'nın
babasını arayışı mı? Öyle bir çabaya ve meraka hiçbir sayfada rastlamayız.
Ermeni sorunu mu? Buna 15-20 sayfa kadar yer verilmiştir; üstelik bir cinin
ağzından. (248-267) Burası fantastik ve sıra dışıdır. Ne yazık ki, burada
tarihsel bilgiden ziyade kısa ve basit bir kurgu vardır: Bir Ermeni'nin evinden
alınıp görülüşü... Pek çok Ermeni'nin sağa sola sürülüşü... Eğer kitabın teması
Ermeni sorunuysa, romanın yirmi sayfayı geçmeyen kısa bir öykü olması gerekmez
miydi?
Tarih
Daha önemlisi, Türk hükûmetinin tüm
arşivlerin açılması önerisine karşılık Ermeni tarafının bunu reddettiği bir
ortamda hâlâ bir soykırımdan bahsetmenin, bunu irdelemenin ve gerçekliğe
dayandırılmamış, belgelerle ilgisi olmayan bir kurgu yapmanın sebebi nedir?
Kısa kısa...
1-İkide bir araya İngilizce-Türkçe şarkı
sıkıştırmak,
2-Ermenice cümleleri araya
serpiştirip, sayfanın aşağısında Türkçe karşılıklarına yer vermek nedendir?
Bunların öyküye renk kattığı mı düşünülmektedir?
3-İstanbul betimlemesi yapıldığı
düşünülüp de bir seyyar satıcının ya da bir grup taraftarın(s. 385-389)
sayfalarca uzayan anlatımları romana ne vermektedir.
4-Bir betimlemeden sonra bir de
açıklamasını yapmaya kalkmak, anlatımı yavaşlatmamakta mıdır? "...mesela
arka camda yuvarlanan boş bira kutularını. Anlaşılan taksidekiler daha bu
saatte kafayı bulmuştu." (s. 388)
Dil
Gayet akıcı, basit bir dille kaleme
alınmış olan öyküye Türkçe karşılıkları yerine gereksiz bir yağın kelimenin
serpiştirilmesi nedendir? (Tecessüm, galiz, satıh, mutena, sarih, munis, müziç,
meyyal...) Dile fazlaca yerleşmiş kelimelerin Türkçe kökenli olmasa da
kullanılması ya da cümlenin akıcılığını bozmaması için tercih edilmesi
doğaldır. Fakat gereksiz yere fazlaca kullanılması nedendir? Elif Şakaf kelime
bilgisini ispat peşinde olamayacağına göre, okuyucuya kelime öğretmek mi
istemektedir? Peki, yazarın böyle bir görevi var mıdır? Öyküye renk ve canlılık
katması açısından farklı üslupların ve kelimelerin araya serpiştirilmesi
gerekli olabilir, fakat bunun için yazarın uygun bir karakter seçip, bu görevi
ona yüklemesi daha uygun olmaz mı?
Ayrıca, sayfa 28'de geçen "...
pek bir mahsur görmemişti zamanla." cümlesinde geçen "mahsur"
kelimesi yerine, sakınca anlamına gelen "mahzur" kullanılmalı değil
midir!
Basitlikte doz artışı ve tesadüfler
Bir öyküyü basitleştirmenin en kolay
yolu, olmayacak rastlantılara yer verilmesidir. Peki, Baba ve Piç'te nedir bu rastlantı?
Öyküdeki Ermeni ailesi ile Türk ailesinin bir şekilde akraba çıkarılması! Zaten
başka türlüsü de düşünülemez. Bunu bir tarafa geçelim ve bir diğer soruna
eğilelim: "Baba" kimdir? Öyküde her ne kadar bu sorunun cevabı
aranmıyorsa da, biz yine de buluyoruz! Meğer Zeliha'nın çocuğu, kendi öz
kardeşindenmiş. Yani Asya'nın babası, öz dayısı, Armanuş'un üvey babası,
Amerika'da yaşayan Mustafa imiş! Peki neden, nasıl, ne sebeple? Böylesi
durumlar toplumda yok değil ve elbette romanlarda da işlenmekte. Yalnız, bu
ensest ilişkinin öncesi ve psikolojisi çok iyi irdelenmeli, okuyucu buna
hazırlanmalı. Oysa söz konusu romanda böylesi hassas bir durum, Mustafa'nın tek
erkek evlat olarak hem ilgi görmesi hem baskı altında olması, dışarıdaki kayıp
kimliği, kimlik çatışması ve biraz da Zeliha'nın kışkırtmaları, alaylarına
bağlanmıştır. Mantıksız değil, ama çok yetersiz. 400 sayfalık romanda Mustafa
diye birini hemen hiç tanımıyoruz bile. Yazar, bu işi kitabın sonuna birkaç
sayfa iliştirerek halletmeye çalışmış.
Bir de Mustafa'nın âdeta ölümden
kaçarcasına Türkiye'ye 20 yıl gelmeyip de sırf gittiği gibi gelebilecek olan
Armanuş'u almak üzere İstanbul'a yolculuğa razı olmasının sebebi nedir? Değil
bir ziyaret, aramaya bile tenezzül etmediği ailesine bu şekilde dönmesi
inandırıcı mıdır? Bunu Armanuş'un annesinin kuruntuya kapılıp da olayı
"rehin" olarak algılamasına bağlamak yeterli ve mantıklı mıdır?
İstanbul'da ablası tarafından aşureyle zehirlenip öldürülmesi, üstelik
zehirleneceğini bile bile aşureyi yemesi inandırıcı mıdır? Ölüme bilerek giden
Mustafa'nın ve ölüme gönderen Banu Teyze'nin ruh durumları yeterince irdelenmiş
midir?
Son not
Örneklerine klasik edebiyatta
rastladığımız "özetleme yöntemi", Cicianne ve Şuşan karakterinin
anlatımında da göze çarpıyor. Aynı şekilde diğer pek çok karakterde de,
özellikle teyzelerin işlenişinde özetlemelerden yararlanıldığını ve bunun da
karakterleri aydınlatmak şöyle dursun, üstelik okuyucuyu sıktığını
söyleyebiliriz. "Sahneleştirme yöntemi" ile ya da "Gösterme
yöntemi" ile ya da benzeri bir teknikle modern edebiyata daha çok
yaklaşılabilir ve söz konusu karakterler daha canlı tutulamaz, böylece
okuyucuya daha sıcak gelmesi sağlanamaz mıydı?
Son söz olarak söylenebilir ki,
romanın en güzel yüzü, ön kapağın iç kısmındaki Elif Şafak fotoğrafı değilse
nedir!
Daha fazla kitap için: http://www.fiskosta.com/konular/edebiyat